Global markalara ve Silikon Vadisi’ndeki startup’lara; Brüksel, Beijing ve Boston’da çeşitli firmalarda danışmanlık yapan, Hürriyet Gazetesi’nde dijital ekonomi farkındalığını artırmak için yazılar kaleme alan Şahver Kaya ile Endüstri 4.0’ı konuştuk. Zamanını ayırdığı için Sayın Kaya’ya teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Endüstri 4.0 nedir, Türkiye için ne ifade etmektedir?
Endüstri 4.0 aslında bilgi ve iletişim teknolojileri devriminin Alman sanayi üzerindeki yansımaları ve Almanya’nın bu konudaki vizyonunu ifade eder. ABD’de bilgi ve iletişim teknolojilerinin sanayi üzerindeki yansımaları “Endüstriyel İnternet” olarak isimlendirilmiştir. Çin aynı konudaki vizyonunu Almanya’dan ilham alarak “Made in China 2025” olarak tanımlamıştır.
Hürriyet’te geçtiğimiz yıl yayımlanan “Aşamalı Devrimler Teorisi” başlıklı yazımda da çok net ifade ettiğim gibi Bilgi Teknolojileri Devrimi’nin başlangıcı 1971’e dayanır. Kurulma aşamasını ve finansal krizleri geride bırakan bilgi teknolojileri şu anda sanayi sektörü de dâhil olmak üzere her sektöre hızlı bir şekilde yayılmaktadır.
Endüstri 4.0 yeryüzündeki her ülke gibi ülkemiz için de son derece önemlidir ve kolay bir süreç değildir. Zira ülkemizdeki KOBİ sayısı toplam ticari işletme sayısının %95’inin üzerindedir. Hemen hemen her sektörde yer alan KOBİ’lerin dijital dönüşümünün sağlanması son derece kritiktir. Bu süreç için ulusal bir yol haritasının belirlenmesi büyük önem taşır. Singapur KOBİ’lere yönelik programlar üreterek bu işe başlamıştır.
Çin, “Made in China 2025” vizyonu ile teknolojide dünya liderliğini ve ekonomik olarak gücü eline geçirmeyi planlamaktadır. Bu milli bir yol haritası çerçevesinde gerçekleşecektir. Çin 2030’da yapay zekâda dünya liderliğini hedefliyor.
Endüstri 4.0 ve yeni iş modelleri
Endüstri 4.0 kendi içinde farklı zorluklar barındıran bir süreç. Zira bilgi ve iletişim teknolojileri sadece üretim teknolojilerini güncellemekle kalmayacak, bunun yanı sıra iş modellerini ve yeni para kazanma (monetization) yollarının da keşfini gerekecektir. Yazılım dünyasında son on yılda test edilip, kabul görmüş iş modelleri ve monetizasyon yaklaşımlarının sanayiye girişini göreceğiz önümüzdeki yıllarda.
Endüstri 4.0’la birlikte sanayi, yazılımla iç içe geçiyor. Endüstri 4.0 vizyonunun önünde duran en büyük engellerden biri yazılım fiyatlarının, donanım fiyatlarına göre daha hızlı ve sürekli artmasıdır. Bu son derece yüksek fiyatlı sistemleri ortaya çıkarıyor.
Ve bugün hâlâ eski iş modelleri ve ödeme şekilleri kullanılmaktadır ki bu da işletmeler üzerinde büyük ekonomik baskılar oluşturmaktadır. Bankalar çoğu zaman engellerle KOBİ’lerin karşına çıktığından birçok KOBİ Endüstri 4.0’ı ajandasına alamamaktadır.
I2M2 (Industrial Internet Monetization Method) olarak isimlendirilen yeni çerçevede, Endüstri 4.0 vizyonu altyapısını oluşturan ürünlere erişimin daha kolay hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Üzerinde çalışılan modellerin başında gelen I2M2, sanayi alım süreçlerini 3 aşamada değerlendirir: parça üreticileri (component builders), parçaları derleyip sistemi bir araya getirenler (system builders) ve sistemi kullananlar (operational user).
Geleneksel sanayi ödemelerinde teslimattan sonra hemen tamamlanan ödeme, Endüstri 4.0 ile birlikte kullanım bazlı ödemelere evrilecektir. Haliyle bu model sürekli olarak ağ altyapısının parçası olacak sistemler için geçerlidir. Örneğin bu model savunma veya askeri sistemler için geçerli olamaz.
“Dinamik monetization” olarak da ifade edebileceğimiz bu yeni yaklaşım, yazılım dünyasından alışık olduğumuz SaaS modellerine büyük benzerlik gösterir. Bu yaklaşımda peşin ve büyük çapta ödemeler, daha küçük çapta ve daha sık ödemelere evrilir. Bu yöntem daha çok KOBİ’nin Endüstri 4.0 konusunda daha hızlı harekete geçmesini sağlama potansiyeline sahiptir.
Endüstri 4.0 ve tüm sektörlerdeki dijital dönüşüm, ulusal rekabetimiz için kritik önem taşıyor.
Bu dönüşümü doğru bir şekilde sağlayamadığımızda, üretimimizin giderek zayıflaması ve Osmanlı’nın son üç yüzyılında olduğu gibi diğer ülkelerin sadece pazar olarak değerlendirdiği bir ülke haline dönüşmemiz kaçınılmaz hale gelebilir. Doğru yol haritası ile sanayide ve diğer tüm sektörlerde dönüşüme odaklanmak kaçınılmazdır.
Yapay zekanın hem dünyadaki hem de Türkiye’deki durumunu bizler için özetler misiniz? Ülkemizdeki yapay zekâ alanındaki çalışmaları artırmaya yönelik neler yapılmalı?
Yapay zekâ bir kavram olarak ilk kez 1956 yılında bir akademik konferansta kullanıldı. Bu alandaki çalışmalar 1956’dan da geriye gidiyor. Yapay zekânın özellikle şu anda gündemimizde olmasının sebebi artık gerekli büyük verinin oluşmuş olmasıdır. Yapay zekâ, doğru veri olmadan işe yaramayan algoritmalar topluluğu idi yıllarca.
Son dönemde yapay zekâ son derece politik bir teknoloji haline de geldi. Zira ABD, Çin ve Rus liderlerinin bu konudaki önemli açıklamaları da uzun süre gündem oldu. Yapay zekâ alanındaki başarı, ülkelerin rekabet gücünü doğrudan etkiliyor olacak.
Büyük resme baktığımızda, yapay zekâ konusunda çok büyük kaynaklar ayırmış ve hızla hareket eden Çin ve ABD var. Bunun yanında akıllı ve çevik olmaya çalışan İngiltere, Kanada, Almanya ve Japonya gibi ülkeler var.
Yapay zekânın yaratacağı ekonomik sıçrama, devletin ortaya koyacağı liderlik, doğru eğitim kaynakları, doğru insan gücü ve ekosistemin oluşturulması ile bire bir orantılı. Teknolojilerin yayılabilmesi ancak devletlerin lider olarak yol açmaları ve doğru ekosistemleri oluşturabilmeleri ile mümkündür.
Ülkemizde yapay zekâ konusunda çalışmalar yürüten akademisyenlerin ve sanayide bu konuyla ilgilenen grupların bir araya gelip, ortak projeler yürütebilmelerine imkân sağlayacak platformlar veya bir ekosistem ne yazık ki Türkiye’de henüz yapılanmadı.
Benim Hürriyet’teki Dijital Ekonomi köşemde önerdiğim yapay zekâ yol haritasında iki aşama var. Ancak önemli olan, dikkatle başarı kriterlerinin belirlenmesi ve başarısızlığa kesinlikle göz yumulmamasıdır. Yapay zekâ gibi ulusal stratejik değeri olan teknolojilerde kaybedilecek zaman hem güvenlik zaafına yol açacak hem de ekonomik olarak ülkeye büyük zararlar verecektir.
Doğru eğitim ile oluşturulacak doğru insan gücü (örneğin bu konuda çalışan kaliteli yüksek lisans ve doktora mezunlarının sayısının artması), verinin doğru ve güvenilir bir şekilde ulaşılabilir olması, yapay zekâ ekosisteminin iki temel gereksinimidir.
Türkiye Yapay Zekâ Konseyi
İlk adım olarak sanayi, akademi ve hükümet yetkililerinden oluşacak bir Türkiye Yapay Zekâ Konseyi’nin ivedilikle yapılandırılması gerekiyor. Bu konsey ulusal yapay zekâ stratejisinin belirlenmesinde ve uygulanmasında devletle bir arada çalışan bir kurum olarak planlanmalıdır. Uluslararası sıralamalarda Türkiye’nin sırasını yükseltmek, bu konsey yönetiminin başarısını değerlendirme kriteri olmalıdır. Türkiye’nin uluslararası sıralamalardaki yeri gerilediğinde, konsey yönetimi istifa etmelidir. Son derece disiplinli ve liyakate dayalı bir sistem oluşturulmalıdır. Konseyin tavsiyelerinin uygulanması ve takip edilmesi sağlanmalıdır.
Prof. Dr. Aziz Sancar Yapay Zekâ Araştırma Enstitüsü
İkinci adım olarak, ana motivasyonu araştırma olan ve yapay zekâ konusunda aktif Koç Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi gibi başlıca üniversitelerin oluşturduğu, ayrıca sanayi kuruluşlarıyla stratejik ortaklıkları olan, yapay zekâ araştırmalarına odaklanmış bir araştırma enstitüsü oluşturulmalıdır. 2015 yılında Nobel ödülünü alan Prof. Aziz Sancar’ın adını taşıyacak ve geliştirdiği yapay zekâ araştırmaları ve teknolojileri ile Türkiye’yi 2025 ve ötesine hazırlayacak Prof. Dr. Aziz Sancar Yapay Zekâ Araştırma Enstitüsü kurulmalıdır. Örnek olarak İngiltere’deki Alan Turing Enstitüsü’nü verebiliriz. Sadece veri ve yapay zekaya odaklanması Turing Enstitüsü’nü İngiltere’nin ulusal yapay zekâ planları açısından çok değerli kılmaktadır. Turing Enstitüsü’nün şu andaki akademik partnerleri resimde görüldüğü gibidir.
Yapay zekâ alanındaki lider ülkeleri değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan resim ne kadar hızla harekete geçmemiz gerektiğini daha da netleştiriyor.
ABD’de yapay zekâ araştırmaları alanında MIT Bilgisayar Bilimleri ve Yapay Zekâ Laboratuvarı (CSAIL) en aktif akademik grup. New York-Boston bölgesi aynı zamanda MIT-IBM Watson yapay zekâ laboratuvarına da ev sahipliği yapıyor.
Batı yakasında Stanford, UC Berkeley ve UC San Diego gibi okullar Facebook, LinkedIn, Amazon, Apple ve Google gibi şirketlerin yapay zekâ projelerini mezunları ile destekliyor. Son 5 yılda 700 kilometre karelik bu alan, küresel yapay zekâ yatırımının %41’ini çekmeyi başardı.
2011 ve 2015 yılları arasında ABD orijinli 20.500 araştırma projesi uluslararası platformlarda yayınlandı. ABD dünyada en çok sayıda yapay zekâ şirketine sahip ülke. 1000’den fazla şirket ve 10 milyar dolarlık yatırım ile ABD yapay zekâda liderliğin en olası adayı. Zira IBM, Microsoft, Google, Facebook, Amazon hem büyük araştırmalara imza atıyor hem de büyük yapay zekâ yatırımlarına devam ediyor.
ABD’deki yüksek kalite bilimsel çalışmalar ve başarılı ticari yapay zekâ iş modelleri, ABD’nin bu alandaki liderliği kolay bırakmayacağını gösteriyor.
Yapay zekâ Çin için en öncelikli teknolojilerden biri. 2011 ve 2015 yılları arasında Çin kökenli 41.000 adet araştırma uluslararası platformlarda yer buldu. Bu sayı Çin’i yapay zekâ konusundaki araştırmalarda bir numaraya oturtuyor.
Çin devleti 2030 itibarıyla küresel yapay zekâ merkezi olma hedefini geçen yıl duyurmuştu. Alibaba, Tencent, Baidu gibi toplam 1 trilyon dolar değerindeki Çin teknoloji devleri de Çin devletinin 2030 yapay zekâ vizyonuna, kendi yapay zekâ projeleri ile destek oluyor.
Almanya yapay zekâ alanında çıkan araştırma sayısına göre dünyada beşinci sırada. Çin gibi Almanya da ülke olarak yapay zekâda dünya devlerinden biri olmayı planlıyor. 2011 ve 2015 yılları arasında 8000 adet araştırma uluslararası yayınlarda yer buldu. İhracat odaklı Alman devleti, Nobel ödülü alan birçok araştırmanın merkezi olan Max Planck Enstitüsü ve diğer üniversitelerle ve Daimler, Porche ve Bosch gibi Alman devlerini de yanına alarak yapay zekâ çalışmalarını sürdürüyor. 2016 yılı sonunda açılan Cyber Park, Amazon’un da yapay zekâ laboratuvarı açacağı bir merkez. Japonya gibi Almanya’nın da nüfusu hızla yaşlanıyor. Alman sanayisinin otomasyon potansiyeli oldukça yüksek.
Kanada devleti, ulusal Pan Canada Yapay Zekâ Stratejisi doğrultusunda üç yapay zekâ merkezi oluşturduDerin öğrenme konusu uzmanlarından Yoshua Bengio’nun yaşadığı şehir olan Montreal, kaliteli büyük bir akademik enstitü ile yapay zekâ projelerine destek veren en büyük kurumlardan biri Kanada’da. Montreal Institute for Learning Algorithms (MILA), Institute for Data Valorisation (IVADO) gibi yapay zekâda uzmanlaşmış araştırma kurumları yanında, McGill üniversitesi gibi dünya sıralamalarında yüksek sıraları alan okullar var. Bu yıl doğal dil işleme (NIPS) konferansı Montreal’de gerçekleşiyor.
Kanada İleri Araştırmalar Enstitüsü başta olmak üzere, yapay zekâ konusunda global isimlerden olan Geoffrey Hinton da hem Toronto Üniversitesi’nde hem de Vektör Yapay Zekâ Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmalar yürütüyor.
Kanada’nın ayrıca beklenmedik şekilde oluşan bir başka fırsatı oldu yapay zekâ konusunda. Trump yönetiminin Amerikan göçmen politikasını sıkılaştırması sebebiyle Amerika’ya giriş yapmakta zorlanan yapay zekâ uzmanları Kanada’da imkânlar bulmaya başladı.
Times Higher Education sıralaması Japonya’nın geçtiğimiz dönemde 11.700 adet yapay zekâ odaklı araştırma yayınladığını gösteriyor.
Japonya’da nüfusun hızla yaşlanıyor olması ülkenin robotik ve yapay zekâ gibi teknolojilerde elini çabuk tutmasına sebep oluyor. Bugün itibarıyla iş ortamındaki aktivitelerin yaklaşık %55’i otomatize edilmiş durumda. Bugünün otomasyon teknolojileri ile Japonya tüm sanayisini yüzde 71 oranında otomatize edebilir durumda. ABD için bu oran yüzde 60.
İngiltere, 2011 ve 2015 yılları arasında toplam 10.100 adet yapay zekâ araştırmasını uluslararası platformlarda yayımladı. Şu anda Google şirketine ait olan DeepMind geçtiğimiz yıl Çinlilerin ünlü oyunu GO’yu dünya şampiyonları ile oynamış ve galip gelmişti. DeepMind 2010 yılında İngiltere’de kurulmuş bir şirket. 250 çalışanı arasında araştırmacılar, matematikçiler ve nöroloji alanında uzmanlar yer alıyor. İngiltere’nin lider üniversiteleri ve devlet politikaları da yapay zekâ iddiasının gelecekte daha da güçleneceğine işaret ediyor.
Blockchain, nesnelerin interneti gibi yeni teknolojilerin ülkelerin geleceği için önemini sıklıkla vurgulamaktasınız. Sizce yakın gelecekte hangi teknolojiler ülkeler için daha da önem kazanacak, öngörülerinizi alabilir miyiz?
Nesnelerin İnterneti
Endüstri 4.0 vizyonu birçok yeni teknolojiyi bünyesinde barındır. Bu vizyon için en temel teknolojilerden biri Nesnelerin İnterneti’dir. 2020 yılında 20 milyar bağlantıyı kapsayacak nesnelerin interneti bugün hala kavram ispatı aşamasındadır.
Cisco’nun 1800 firma ile gerçekleştirdiği bir ankete göre Nesnelerin İnterneti projesi başlatan takımların %60’ı hâlâ kavram ispatı (proof of concept) aşamasında olduğunu belirtiyor. Pilot aşamasına geçebilenler arasında sadece %25’i projelerinde başarılı olduklarını belirtiyor.
Diğer yeni teknolojiler gibi Nesnelerin İnterneti de henüz şekillenmektedir. Nesnelerin İnterneti için belirlenmiş global bir protokol olmaması işleri zorlaştıran önemli faktörlerden biridir. Şu anda var olan protokollerden bazıları: NB-IoT, LowRa, SigFox, BACnet, Zigbee, Z-Wave, Bluetooth’dur.
Nesnelerin İnterneti konusunda ülkemizin milli bir stratejiye ihtiyacı vardır. 5G altyapısına hazırlandığımız bugünlerde Nesnelerin İnterneti alanında ülkemiz için oyunun kurallarını belirlememiz önemli.
Blockchain
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin başlangıcı olarak kabul ettiğimiz 1970’li yıllardan bu yana internet sadece bilgi paylaşımı için kullanıldı. Değerler paylaşılamadığı için çok büyük aracılar ortaya çıktı. Facebook, Google ve diğer teknoloji devleri bunların başında geliyor.
Blockchain teknolojisi son derece yeni bir paradigma. Bilginin ötesinde değer transferine de imkân veriyor. İlk blockchain uygulaması olan Bitcoin yaklaşık 9 yıl önce hayata geçti. 2018 Temmuz itibarıyla 1500’e yakın farklı takım bu teknolojide Ar-Ge çalışmalarına devam ediyor.
Blockchain alanında Çin müthiş iddialı. “Bir Kuşak Bir Yol” projesi tarafından da desteklenen Çinli bir yapay zekâ platform projesinin yönetim kurulu danışmanlığını yapıyorum. Çin bu ve benzeri projelerle bu teknolojide de liderliği planlıyor. Sadece blockchain takımlarına adanmış teknoparklar açılıyor ülkenin dört bir köşesinde.
Blockchain, Nesnelerin İnterneti ile olan organik yakınlığından dolayı Endüstri 4.0 vizyonunun kalbinde yer alacak çok kritik bir teknoloji. Zira milyarlarca nesneye ait verinin güvenli bir şekilde transferi şu anki teknolojilerle mümkün değil. Bugün veri-pazaryeri gibi yeni iş modellerini tartışabiliyor olmamızın sebebi blockchain teknolojisinin sağlayacağı yüksek güvenlik altyapısıdır.
Hangi teknolojiler önem kazanacak sorunuza gelirsek, aslında bu bahsettiğimiz 10’a yakın teknoloji birbirinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Örneğin yapay zekâ, büyük veri olmadan hiçbir anlam ifade etmiyor. Nesnelerin İnterneti’ni blockchain gibi sağlam ve güvenilir bir alternatif altyapı sağlamadan kullanmak mümkün olmayacak.
Jeoteknoloji kavramından Hürriyet’deki Dijital Ekonomi köşemde bahsetmiştim. 21. yüzyıl Jeoteknoloji dönemidir. Bu kavramın altında yatan yapay zekâ, robotik, yenilenebilir enerji, biyoteknoloji, 5G, blockchain, artırılmış gerçeklik gibi teknolojiler insanlığın geleceğini şekillendiriyor. Yeni dünya düzeninin liderleri bu teknolojilerin birden fazlasında güç sahibi ülkeler olacak.
Ülkemizde de bu alandaki kritik stratejik kararlar ivedilikle verilip, bu teknolojiler için gerekli ekosistemlerin temelleri atılıp geliştirilmelidir. Bu konudaki yavaşlık veya eksiklik sadece ekonomik değil, aynı zamanda milli güvenlik zaafları oluşturabilecek niteliktedir.
Veri güvenliği konusu son günlerde Facebook üzerinden de oldukça tartışılır hale geldi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir, öğrenebilir miyiz?
Bu konu hem bireysel hem de ticari olarak kritik ve son derece komplike bir konudur. Bir yıl önce Economist Dergisi verinin yeni petrol olduğuna dair bir kapak yapmıştı hatırlayacaksınız. Aslında buradan yola çıkarak bireysel olarak her birimizin birer petrol kuyusuna sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bugün milyarlarca kişi farkında olarak veya olmadan kendi petrol kuyularındaki varlığını hiçbir karşılık almadan dağıtıyor.
Örneğin Temmuz başı itibarıyla hem FBI hem de ABD Adalet Bakanlığı, Facebook araştırmasını derinleştirme kararı aldı. NY Times’da yazan eski bir Facebook çalışanı ise “Sorun sadece Facebook’ta değil; neden Google, Apple ve diğerlerini araştırmıyorsunuz?” diye soruyordu. Facebook büyüdükçe daha kazançlı hale gelen bir para makinesine dönüştü. Öyle ki 2011 yılında 845 milyon Facebook kullanıcısından 3,2 milyar dolar, yani kullanıcı başına 3,79 dolar kazanırken, 2017’de bu rakam 2,1 milyar kullanıcıyla, kullanıcı başına 19 dolara çıktı.
Facebook net bir reklam firması. Öte yandan firmanın kurucusu Zuckerberg’in, yaptıkları işin insanları birbirine bağlamak olduğunu söyleyerek sanki Facebook’un sadece sosyal bir kulüp olduğunu tekrar ediyor olması da şirket hakkında yanılgılara yol açıyor. Bu firmaların tamamıyla kâr odaklı ticari operasyonlar olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
New York Times’ın haberine göre Facebook yöneticilerinden Andrew Bosworth, şirket içi bir iletişim dokümanında birkaç yıl önce şöyle yazıyor: “Belki bir gün Facebook kullanılarak organize edilmiş bir terör saldırısında birileri ölecek. Gerçek şu ki bizim görevimiz insanları birbirine bağlamak ve günün sonunda bu her zaman iyidir.” Bu sözleri haliyle hem Bosworth hem de Zuckerberg hemen yalanladı.
İş tabii ki Facebook’la da bitmiyor. Hatırlarsanız, Google geçtiğimiz yıl Gmail kullanıcılarının e-maillerini okuyarak kişiselleştirilmiş reklamlar yaratmayı bırakacağı sözünü vermişti. Ancak bugün anlıyoruz ki Google platformuna katkıda bulunan diğer firmaların geliştirdiği fiyat karşılaştırma e-mailleri veya seyahate yönelik e-mailler yaratan uygulamalar tüketiciye zarar vermeye devam ediyor.
Bunlara bir örnek Return Path isimli firma. Bu firma pazarlamacılar için veri bularak gelir elde ediyor. Return Path’in sunduğu bedava uygulamalardan alan yaklaşık 2 milyon kişinin mail kutuları (Gmail, yahoo e-mail) taranıyor. Bilgisayarlarla günde 100 milyon e-mail taranabiliyor. Örneğin geçen yıl bir noktada bu firmanın çalışanları 8000 e-mail okuyarak kendi algoritmalarını tarama konusunda eğitti.
Edison Software isimli diğer bir firma var. Uygulamaları Gmail kutusunda e-maillerin düzenlenmesini yapıyorlar. Edison CEO’su kendi programlarını geliştirmek için kişisel olarak yüzlerce kullanıcının kişisel e-maillerini okuduklarını söyledi Wall Street Journal’a.
Bu sadece iki firma…Ya diğerleri? Dünyada 1,4 milyar Gmail kullanıcısı olduğunu düşündüğümüzde potansiyel tehlikenin boyutları ortaya çıkıyor. Google Gmail platformunda kaç uygulama olduğu bilgisini paylaşmıyor. Ancak iOS ve Android uygulama mağazalarında email uygulama sayısı 379’a çıktı 2017’de. Bu sayı beş yıl önce 142 idi. Durum bu kadar ciddi ise yakında Google ve AB arasındaki mahkemeleri duyacağımız kesin; zira şu haliyle Google AB’nin mahremiyet/GDPR kurallarını yerle bir etmişe benziyor.
Veri güvenliğinin ciddiye alınması gerekiyor. Telefona veya bilgisayara herhangi bir uygulama indirirken kullanıcı anlaşması olarak size sunulan metnin daha dikkatle okunması gerekiyor artık.
AB veri güvenliği konusunda ilk önemli adımları atan bölge oldu. Geçtiğimiz haftalarda da hızlıca Kaliforniya’da The California Consumer Privacy Act of 2018 uygulaması kabul edildi. Tüketici haklarının bu merkezi teknoloji devlerine karşı korunması önemli ve devletlerin bu konuda akıllı önlemler alması gerekiyor.